Hemen şimdi yeşile dönün!
Dün iklim değişikliği ve Türkiye de yenilenebilir enerji imkânları üzerine bir seminere katılmak üzere Almanya nın Essen kentindeydim.
Toplantı, Türkiye de düşük karbona dayalı kalkınmayı teşvik etmeyi amaçlayan bir Alman özel fonu olan Mercator Vakfı tarafından organize edildi. Bu toplantıya hazırlanmak için konuya dair bol bol son araştırmaları ve siyaset belgelerini okudum. Hepsi aynı sonuca varıyor: Türkiye bir dönüm noktasında. Enerji-yoğun bir kalkınmaya dayalı geleneksel yolu takip ederek ekonomik açıdan hatırı sayılır bir mesafe kat etti; bu süreçte yüksek büyüme oranları yakaladı, fakat aynı zamanda düşük enerji verimliliği ve petrol ile doğalgaz ithalatına giderek artan bir bağımlılık hasıl oldu. Türkiye bu yolda devam ederse, en önemli küresel eğilimlerden birinin, yani enerji politikasında daha güvenli tedarik ve sürdürebilirliğe dair paradigma değişiminin gerisinde kalacak. Birçok analizci Türk hükümetinin bu değişimleri idrak edip etmediğinden emin değil. Enerji bakanından gelen bazı cesaret verici açıklamalara ve Türkiye yi bu yeni geleceğe hazırlamaya niyet eden çeşitli yasaların ve strateji belgelerinin kabulüne rağmen, henüz somut bir yönelim ve karar yok.
Türkiye de İngilizce yayınlanan en önemli dergilerden Insight Turkey in yaz sayısında yayınlanan bir yazıda Aydın Üniversitesi nden Hasan Saygın ve İstanbul Teknik Üniversitesi nden Füsun Çetin, küresel gelişmelere ve Türkiye nin mütereddit tavrına dair esaslı bir genel değerlendirme yapıyor.
Yazarlara göre 21. asırda sürdürülebilir bir enerji politikasının sacayakları şunlar:
1. Geliştirilmiş enerji verimliliği,
2. Yenilenebilir kaynakların daha fazla kullanımı,
3. Düşük karbon teknolojilerini kullanan sürdürülebilir olmayan kaynaklardan faydalanılması.
Bu üç alanda da Türkiye epey geriden geliyor. Bu konuda Avrupa da Almanya ve İspanya gibi ülkeler başı çekiyor. Fakat Çin ve Hindistan da hızlı ekonomik kalkınmanın yeni tekniklerin devreye sokulması ve rüzgâr enerjisi gibi başarılı örneklerin geliştirilmesiyle el ele yürüyebileceğini gösteriyor.
Peki Türkiye nin bu alanda hiç mi esamisi okunmuyor? Hayır öyle değil. Fakat öncü değil, takipçi konumunda. Neredeyse tümüyle devasa hidroelektrik enerji santralleri yapımına odaklanıyor. Ne yazık ki bu, çevreye öyle düşman bir şekilde yapılıyor ki, potansiyel olarak Türkiye nin sürdürülebilir bir enerji politikası yürütmesinin hâlâ en vaatkâr parçalarından biri olmasına rağmen, bazı doğa dostu gruplar bile aleyhine dönmüş durumda. Barındırdığı muazzam potansiyele rağmen, rüzgâr enerjisi ancak yeni yeni geliştiriliyor; güneş enerjisi ise kaplumbağa hızıyla ilerliyor. Bu başarısızlığın izahı nedir? Türkiye geleceğin düşük karbon ekonomisinin şekillendirilmesinde niye diğer ülkelerin başı çekmesine izin veriyor?
En az iki sebebi var bence. Birincisi, Türkiye nin şu an için temiz enerjiye dayalı bir geleceğe dahil olmanın altından kalkamayacağı yönünde Ankara da mevcut yaygın kanaat. Bu yaklaşımın gücü, eski ekonomi ve enerji modelinin Avrupa nın geri kalanından daha iyi ve ucuz sonuçlar vermesinden kaynaklanıyor. Niye bu avantajlardan vazgeçelim ve hâlâ bir yığın belirsizlik taşıyan tümüyle yeni bir oyuna girelim ki? diye düşünülüyor. Bu bakışa göre zenginler (Avrupa ve ABD) ile çok büyükler (Çin ve Hindistan) işin keşif kısmını yapsın. Türkiye, yeni model oturduğunda ve paradigma değişiminin altından kalkabilecek duruma geldiğinde kulübe katılabilir. İkinci sebep şu: Halihazırdaki hakim liberal bakışa göre, bu dönüşümde öncülüğü devlet değil, özel sektör yapmalı. AKP nin, Almanya ve İspanya gibi ülkelerde yenilenebilir enerjiye, bilhassa da güneş enerjisine yatırım yapacak şirketler için hayati önem taşıyan açılımları (fiyat garantileri, KDV indirimleri ve vergi kesintileri) devreye sokmak konusunda bu kadar gönülsüz olmasının sebeplerinden biri bu.
Hükümet için yegane çıkış yolu, inkâr ve erteleme politikasından vazgeçmek. İklim değişikliği elli yıl zarfında sadece Türkiye yi etkileyecek bir mesele değil. Çoktandır var ve yok olmayacak da. Türkiye bir dönüm noktasında ve bu yöndeki çabalarını artırması ve başkalarının uzun zamandır farkında olduğu küresel eğilimlerin tam idrakine dayalı kendi sürdürülebilir kalkınma modelini geliştirmesi hayrına olacaktır. Joost Lagendijk
www.zaman.com.tr / 08.12.2010