Enerji politikaları bütün dünyada ve bütün ülkeler için önem kazandı. Her ülke kendi ulusal politikasını oluşturmaya çalışıyor. Ülkeler kendi aralarında işbirliğine giderek bölgesel enerji politikaları yaratma peşindeler. Enerji politikaları yönünden dünya tam bir aşure gibi. Kafalar karma karışık. Bu kaosta kim kazanacak, kim kaybedecek henüz belli değil.
Türkiye’nin de netleşmiş bir enerji politikası yok. Hatta denebilir ki, bu konuda aklına esen kendi politikasını açıklıyor. Umutlar daha çok “piyasanın sihirli eli” ne bağlanmış. Enerji piyasası tam serbestleşirse enerji dengeleri yerine oturacakmış! Bilimsiz politika olmaz. Kamusal enerji politikası bilimsel temele sahip olmak zorundadır. Bu nedenle, enerji konusunda ağzını açan herkes iki düşünüp bir söylemek zorundadır.
Şunu biliyoruz:
Türkiye eğer piyasanın peşinden sürüklenirse, 2020 li yıllarda çok ciddi enerji açığıyla karşı karşıya kalacaktır. Bilim böyle diyor. Demek ki iş işten geçmeden aklımızı başımıza devşirmemiz gerekiyor.
Yapılacak iş bellidir de nasıl yapılacağı tartışmalıdır. Belli olan, enerjide ulusal güvenliğimizi garanti altına almak zorunda bulunduğumuzdur. Bütün ülkeler her konuda “küresel” davranabildikleri halde tek bir konuda, enerji konusunda “ulusal” davranıyorlar.
Peki ama, ulusal enerji güvenliğini nasıl sağlarız ?
Konu bu aciliyet noktasına ve pratiğe dayandığında çatallaşıyor. Bir kesim, “nükleer enerji tesislerimizi hemen kuralım yoksa mahvoluruz!” diyor. Başka bir kesim, “Bizi rüzgar kurtarır!” diyor. “Güneşimiz varken telaşa ne gerek var!” diyenler de az değil. Hangisi doğru?
Bilime bakmak ve enerji politikamızı buna göre şekillendirmek lazım. Enerji lobileri arasındaki kavganın ortasındayız, bu nedenle tartışmayı ticari mahvillerin dışında, gün ışığında yürütmeliyiz.
Dünya zorunlu olarak Petrol, Doğalgaz ve Kömür gibi fosil enerji kaynakları kullanımını azaltmak, su, güneş, rüzgar, biyokütle ve jeotermal gibi doğal ve temiz, aynı zamanda “Yenilenebilir” olan enerji kaynakları kullanımını artırmak gibi temel bir yönelim içine girdi. Ama fosil enerji kaynaklarından uzaklaşmak birden bire olamıyor. Çünkü, petrol bağımlılığını azaltmak için kömür kullanımını korumak veya artırmak, doğalgaz kullanımını azaltmak için kömür kullanımını artırmak gibi cebirsel denklemler araya giriyor. Fosil yakıtlardan uzaklaşma eğilimini yönetirken doğan planlama boşluklarını dalga, med-cezir, çöpten sağlanan metan gazı ve kanalizasyon ısısı gibi rengarenk bir yelpaze ile doldurmayı tartışan ülkeler de var.
Türkiye, fosil enerji kaynaklarından nasıl uzaklaşacak ?
Bugünün acil sorusu budur. Karşımıza çıkan rasyonel tablo da şudur: Petrol ve Doğalgaza bağımlılığı azaltabiliriz. Bunun için üç seçeneği birden kullanmak zorundayız. Kömür, Rüzgar, Nükleer...
Burada bir adım atıp, acaba Nükleeri ihtiyaç olmaktan çıkarabilir miyiz ? Çünkü “belalı” bir konu. Bir nükleer santral için güvenlik harcaması, kuruluş maliyetinin iki katını buluyor. Kurtulmak ise kurmaktan da pahalı. Tesis maliyeti 280 bin dolar olan bir nükleer santralin bertaraf edilme maliyetinin 2 milyar doları aştığı deneyle doğrulandı.
Türkiye’nin Nükleer enerjiye mecbur olmaktan kurtulmak için tek çaresinin temiz kömür kullanmak ve rüzgardan enerji üretimine yoğunlaşmak olduğunu ileri süren güçlü bir tez var. Bu tez gücünü nereden alıyor? Şuradan alıyor: Rüzgar, çok ekonomik bir enerji kaynağı. Türkiye de mevcut toplam elektrik üretme kapasitesi 41 000 MW. OECD ülkeleri için yapılan bir çalışma Türkiye’de yılda tüketilen elektriğin en az iki mislinin rüzgardan karşılanabileceğini gösteriyordu. 1 Kasım 2007 tarihi itibarıyle EPDK (Enerji Piyasasi Denetleme Kurulu) na yapılan 78 000 MW kapasiteli rüzgar güç santrali lisans başvurusu da bu kapasiteyi doğruluyordu.
2020 yılında dünyada üretilen elektriğin yüzde 50 sinin yenilenebilir kaynaklardan olması planlanıyor.
Türkiye bunu, nükleer enerjiye mecbur kalmadan başarabilir mi ? Bize göre Türkiye bugün bu konuyu tartışmalıdır.
Güvenç Şenol / YeniÇevre