Yenilenebilir Enerji Kaynakları Kanunu’ndaki (YEK) Değişiklikler ve Ülkemizin Durumu
Ülkemiz gelişiyor. Dünya üzerinde hala “gelişmekte olan ülke” (developing country) olarak sınıflandırılan ülkelerden biriyiz. Peki, devlet ve millet olarak gelişirken dünyaya yani çevreye, doğaya ve insanlığa ne derece saygılı bir tutum sergiliyoruz? Bu konuda pek iyi bir durumdayız diyemeyiz sanırım. Bununla birlikte, bu durumun sadece bizim için böyle olmadığını bilmek bizi sevindirmeli mi, elbette hayır. Dünya üzerindeki gelişmiş / gelişen ülkeler listesine şöyle bir bakarsanız, birkaç ülke dışında gelişmiş ülkelerin çevreye duyarlılık ve doğaya saygı konularında diğerlerinden birkaç adım ileride olduğunu söylemek pek yanlış olmaz. Bu durum biraz da o ülkelerin ekonomik durumuyla yakından ilgili gibi duruyor. Bir ülkenin ekonomik durumu ne kadar kötüyse, biraz Makyavelci bir yaklaşımla, gelişmesi için gereken her yol onun için doğrudur. Bu durumun temel sebepleri; elbette en başta siyasi iradesizlik, vizyon eksikliği, birtakım yabancı ve yerli firmaların yanlış ve bencil yönlendirmeleri, çevresel ve sosyal etkileri katmadan yapılan kar / fiyat analizleridir. Bu gibi sebeplerle dünyayı ve insanlığı düşünmeyen adımlar atılması, ekonomisi kötü ve gelişmesi gereken bir ülke için kolaylıkla yapılabilecek bir şeydir. Bir termik santral için daha kaliteli ama fiyatı yüksek kömür kullanmak ya da santral bacasına maliyeti yüksek olan filtrasyon sistemi kurmak veya bunları tamamen bırakıp temiz enerji kullanarak karbona bağlılığı tamamen ortadan kaldırmak gibi yöntemler kısa vadede nispeten pahalı yöntemlerdir ve para gerektirir. Öyleyse günümüz ekonomik koşullarında çevreye ve doğaya saygı bir nevi para gerektiren bir şeydir de denilebilir.
Yenilenebilir yani temiz enerji kaynaklarını kullanmak, ilk yatırım açısından bakıldığında gerçek anlamda pahalıdır ve geri dönüşü uzundur. Bu durum sadece bu kaynak için kullanılacak ekipmanın pahalı olmasından değil aynı zamanda bu kaynakların kesikli, belirsiz ve doğal olarak güvenilmez olmasından da kaynaklanır. Bu sebepten dolayı, karbon bazlı ve temel anlamda temiz olmayan diğer kaynaklara da ihtiyaç her zaman olacaktır. Bu durum kullanıcı ülkeler için maliyeti arttıran diğer bir unsurdur. Yani eldeki kömür – petrol – gaz kaynaklı santralleri belli oranda tutarken ayrıca temiz enerjiye yatırım yapılması gerekir. Bunu ekonomik yönden sağlam ülkeler diğerlerine göre daha kolaylıkla yapabilir ve yapıyorlar da. İşte bu da o ülkeleri kısmen daha çevreci yapar.
Elbette bütün gelişmiş ülkeler bu seviyelere gelirken dünyaya karşı epey suç işlediler. Ancak hem ekonomik gelişmişlik hem de hakkını vermemiz gereken sorumluluk duyguları artık dünyaya karşı daha saygılı olduklarını gösteriyor. Devletler tarafından kanunlarla getirilen teşvik ve hibe destekleri, halkın buna verdiği olumlu cevap bu ülkelerin bu yolda epey ilerlemelerini sağladı. Özellikle güneş ve rüzgar enerjisinde getirilen yüksek fiyat destekleri, çeşitli kaynaklardan sağlanan teşvikler hem halkı hem de sanayiciyi bu sistemleri kullanmaya yöneltti. Bu durum günümüz ekonomik krizine rağmen artarak devam ediyor.
Türkiye henüz, yenilenebilir enerji konusunda başarılı olmuş ülkelerin başladığı seviyelerde bulunuyor. Günümüzde enerji tüketimimiz petrol, gaz, kömür yani karbon temelli olup, elektrik üretimimiz de yarı oranda doğalgaza dayalı, kalanı da büyük oranda kömür ve suya (kimilerince çevreci sayılmayan büyün hidroelektrikler) dayalı durumdadır. Hidroelektrik santralleri bir kenara bırakırsak, son beş - on yıla kadar temiz enerji kaynağı diye bildiğimiz tek şey, kurulum adedi ve yaygınlık açısından dünyada üst sıralarda olduğumuz, ama hala büyük oranda verimli kullanamadığımız, sadece sıcak su sağlamak amacıyla kullandığımız termal güneş kolektörlerimizdi. Bugün ise, temiz enerji olarak güneşin yanında sadece toplamda 1.000 MW’a ancak ulaşacak rüzgar, hemen hemen sadece ısıtma amacıyla kullanılan, elektrik için toplamda acak 100 MW’a ulaşacak jeotermal ve birkaç biyogaz-biyokütle projesi var. Maalesef bunlar da toplam içinde çok az bir miktara karşılık geliyor.
Yenilenebilir Enerji Kaynakları (YEK) Kanunu
Son zamanlarda dünyadaki gelişmelere de ayak uyduran Türkiye, yukarıda belirttiğim gibi elektrik üretimi amacıyla yenilenebilir enerji kaynaklarını daha da yaygın kullanmaya başladı. Bu alandaki çalışmalara bir düzenleme getirmek amacıyla da 2005 yılında 5346 sayılı YEK Kanunu çıkarıldı. Kanunun amacı, Madde 1’deki haliyle “yenilenebilir enerji kaynaklarının elektrik enerjisi üretimi amaçlı kullanımının yaygınlaştırılması, bu kaynakların güvenilir, ekonomik ve kaliteli biçimde ekonomiye kazandırılması, kaynak çeşitliliğinin artırılması, sera gazı emisyonlarının azaltılması, atıkların değerlendirilmesi, çevrenin korunması ve bu amaçların gerçekleştirilmesinde ihtiyaç duyulan imalat sektörünün geliştirilmesidir”.
Bu kanunla birlikte, yenilenebilir enerji kaynaklarından üretilen elektriğe devlet desteği ve garantisi verilmiş; özellikle rüzgar ve küçük hidroelektrik yatırımlarında son 2-3 senede toplamda az bir miktar olsa da eskiye göre ciddi yatırım gerçekleşmiştir. Diğer yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımında ise çeşitli sebeplerden dolayı pek bir yatırım görülmemiştir. Özellikle ülkemizde ciddi bir güneş enerjisi potansiyeli bulunmasına rağmen bu kanunla getirilen desteklerle bu alanda pek bir yatırım yapılmadığı görülmüştür.
Temiz enerji yatırımlarının bütün enerji türlerini kapsayacak şekilde daha da yaygınlaştırılması amacıyla, Enerji Bakanlığı ve TBMM Enerji Komisyonu (kısaca), mevcut kanun üzerinde değişiklikler yaparak yeni bir taslak hazırlamış, maalesef bu taslak bu sene meclis tatile girmeden görüşülüp onaylanamamıştır.
Her kaynağa farklı fiyat
Bu taslağın getirdiği temel yeniliklerden biri, farklı kaynaklardan üretilen elektriğe farklı fiyatların verilmesi olmuştur. Mevcut haliyle bütün enerji kaynaklarını 5-5,5 Euro Cent gibi bir aralığa mahkum etmek zaten pek doğru bir yaklaşım değil. Bununla birlikte, bu yeni fiyatlar ülkemiz şartlarına uygun olarak gerçekten doğru olarak hesap edilerek bulunmuş rakamlar mıdır diye merak etmek herkesin hakkıdır sanırım.
Küçük bireysel kuruluma yüksek destek
Taslak ayrıca, elektriği temiz kaynaklardan kendisi için üretip, fazlasını şebekeye satacak tüzel ve gerçek kişileri de destekleme mekanizması içine yerleştiriyor. Güneş pili (PV) içinse ayrı kategori belirlenerek, belli bir güç altındaki otoprodüktör sistem kurulumları için kWh başına daha yüksek bir destekleme fiyatı ve alım garantisi belirliyor. Bu durum, yurtdışında yapılan uygulamalara benzer bir uygulama olarak, özellikle bireysel PV kullanımının önünün açılması için düşünülmüş bir yaklaşım olarak görülebilir.
Yerli ekipman üretimine ekstra destek
Önceki kanunun amaç kısmında da yer almasına rağmen herhangi bir adım atılmayan ve bu taslakta da yer alan bir diğer değişiklik ise, ülkedeki istihdamı arttırmak ve dışa bağımlılığı azaltmak için, enerji alanındaki ekipmanların yurt içinde üretilmesini teşvik etmek amacıyla, taslakta belirtilen destekleme fiyatlarına sistem içindeki her bir ekipmanın yerli üretimi için ekstra fiyat eklenmesi olarak görülebilir.
Taslağın görüşülememe sebepleri
Her ne kadar meclis tatile girmeden kısa bir süre önce gündeme gelse de, Meclis’te değişiklik taslağı üzerinde görüşülemedi. Sürenin kısalığı gibi teknik ve iyimser bir yaklaşımı bir kenara bırakırsak, taslağın bu yaz görüşülememesinin sebebi olarak, ortaya çok iddia atıldı.
Bir görüşe göre, çeşitli enerji lobilerinin etkisi altında kalan ve hala temiz enerjiyi beğenmeyen birtakım üst düzey devlet yöneticileri mevcut ki bunlar işin önünde gerçek bir engel oluşturabilir. Eğer öyleyse hiç mantık aramayalım, lobilerin elinde kalan karar verici devlet adamlarını veya kurumlarını o etki altından çıkarmak kolay değildir. Hele ki o lobiler çok güçlüyse. Eğer gerçekten esas engelleme bu sebepten oluyor ya da olacaksa, bu mevcut yönetim sistemi içinde yapacak pek bir şey kalmayabilir.
Diğer bir görüşe göre de, kanun içine bir şekilde yerleşen yerli üretimi destekleme teşviklerinin dünya üzerindeki birtakım ticaret kurallarına aykırı olduğunu belirten ekonomi kurmayları bu kanuna engel oldular. Yerli üretim konusu zaten tam bir kafa karışıklığı; olması da olmaması da ayrı bir problem gibi duruyor. İstihdamı arttırmak doğru, yurtdışına gidecek kaynakları içerde tutmak doğru, hatta ileride ihracata katkı imkanı doğru; ama tamamen kurallara uygun bir şekilde yapılırsa doğru. Eğer mutlaka yerli üretimi destekleyecek çalışmalar yapılacaksa, bu dünyadaki ticari kurallara uygun olarak, hiçbir yabancı yatırımcıyı ürkütmeyecek şekilde yapılabilir. Ayrıca yerli üretim desteği illa ki fiyat desteği ile değil, gümrük muafiyeti, vergi indirimi vs. gibi yollarla da yapılabilir.
Bununla birlikte, bu konuda eğer taslaktaki gibi bir uygulamaya gidilecekse esas problem orada çıkacak gibi duruyor. Çünkü taslakta ayrıntılı olarak gösterildiği düşünülen ama ayrıntısına girerseniz epey bir sayfa tutması gereken yerli üretime getirilecek destekleme fiyatlarının nasıl uygulanacağı konusu oldukça karışık bir konu. Hangi devlet kuruluşu veya uzman bir başka kuruluş bir santraldeki yerli üretim payını doğru bir şekilde hesaplayabilir? Ayrıca bir makinenin parçalarını getirtip montaj yapmak yerli üretim midir? Ya da yarısını dışarıdan getirip kalanını burada yapmak yerli üretim midir? Yabancı bir firmanın bütün hammaddeleri dışarıdan getirtip burada sadece işgücü kullanması yerli üretim midir? Bu sorular ileride çok kafa karıştıracağı ve desteklenmeyen kuruluşlar tarafından eleştirileceği için şimdiden bütün hesapların ayrıntılı yapılması gerekir.
Bu taslağa gelebilecek itirazlardan en mantıklı ve bekleneni ise aslında destekleme fiyat ve süreleridir. Özellikle güneşe verilen fiyatın yüksek ve destekleme süresinin uzun olup olmadığı konusu hala pek çok platformda tartışılan bir konu. Aslında uzun vadeli planları geçelim, kısa vadeli projeksiyonları bile zor yapan (daha doğrusu tutturan) enerji piyasası kurumlarının bu kadar uzun vadeli ve yüksek fiyatlı destekleme projeksiyonlarını nasıl yerine getirebilecekleri gerçekten herkesin merakla beklediği bir konu. Ayrıca fiyatı her sene belli oranda düşen, devamlı daha kaliteli, daha uygun fiyatlı ve daha farklı tipleri çıkabilen güneş panellerine hem şimdiden böyle kesin bir fiyat (doğru hesaplanıp hesaplanmadığı ayrı bir konu) vermenin hem de 20 sene gibi bir süre için devleti bağlamanın ne derece doğru olacağı ayrı bir tartışma konusudur.
Ülkemiz için en önemli enerji kaynaklarından biri olan rüzgar için de yeni taslak eskisine göre daha yüksek fiyat öngörmüş. Aslında rüzgar konusunda destekleme fiyatı belirlemiş diğer ülkelerin verdiği fiyatlara biraz daha yaklaşan bu rakamlar, sektör için iyi. Ancak zaten devam eden rüzgar yatırımları için bu büyük ihtimalle sadece kredi bulma aşamasında lisans sahibinin elini güçlendiren bir adım olur.
Gene de bütün enerji türleri için yüksek bir destekleme fiyatı belirlenmesi, yönü ve geleceği nispeten belirsiz bir sektörün önünü daha çok açacak, yatırımcıları ve finansörleri daha çok çekecektir. Türkiye özellikle bizimle aynı enlemde olan ülkeler arasında belki de en düşük destekleme fiyatı veren ülkelerden biri. Dolayısıyla, bu taslaktaki destekleme fiyatları ülkemiz için her ne kadar yüksek gibi görünse de, daha düşük bir değer vererek sektörün önünü daha açmadan tıkamak doğru bir yaklaşım olmayacaktır. Tabii yukarıda da belirttiğim gibi bu fiyatlar gerçekten ülkemiz şartlarına göre hesaplanmış doğru değerlerse.
Taslak bu haliyle kanunlaşır mı?
Eğer birtakım lobiler ve devlet adamlarına karşı sağlam durulursa, parayı verecek kişi ve kurumlara konu daha iyi anlatılırsa ve teknik sorunlar çözülürse bu kanun çıkabilir.
Peki kanun değişirse ne olur? Elbette ilk başta önceden hazırlığını yapmış olan yerli ve yabancı firmalar (temelde güneş enerjisi üreticileri) hızlı bir şekilde işe girişerek büyük ölçekli projelerini (PV veya CSP) gerçekleştirmeye çalışacaklar. Bu yüzden kanunun ertesinde bir lisans verme sürecinin başlaması gerekiyor. 2007 senesinde rüzgarda yaşananların önümüzdeki zamanda güneş için yaşanması pek muhtemel; o yüzden ne kadar lisans başvurusunda bulunulacağı tam bir merak konusu.
Bu arada ortalıkta dolaşan bazı haber ve yazılardaki izlenimin aksine, bu kanun herkesin hemen çatısına PV sistem kuracağı ve onunla elektrik üreteceği anlamına gelmiyor. Gerçi küçük güçlü PV kurulumları içinde taslakta ayrı bir fiyatlandırma söz konusu ama bunun teknik olarak uygulanması şu an için mümkün değil. Özellikle ülkemizin şebeke altyapısının bunun için uygun olduğunu söylemek pek doğru olmaz. Daha büyük güçte ve sayıda rüzgar santrallerini şebekeye bağlamakta bile problemler yaşarken, her köşeden çıkabilecek PV, rüzgar vb. küçük güçlü evsel üretimlerin şebeke destekli kurulumlarının nasıl yapılabileceği henüz belli değil. Zaten lisanssız olacağı söylenen 500 KW güç altındaki kurulumların şebeke bağlantı yönetmeliği bile neredeyse 1 senedir ortada yok iken küçük güçlü kurulumların kanunla önünün açılacağını beklemek pek gerçekçi değil.
Rüzgar konusunda yeniden bir lisans sürecinin başlaması pek mümkün görünmüyor. Belki hiç başvuru alınmamış iller için veya sadece otoprodüktör olmak isteyenler için lisans verilebilir. Hidrolikler zaten yoluna bir şekilde devam ediyor. Diğer enerji kaynakları ise, bu yeni kanunla bile daha uzun bir süre marjinal kalıp toplam içinde küçük bir miktara tekabül edecekler.
Peki kanun değişmezse ne olur? Her ne sebepten olursa olsun, kanun eski haliyle kalırsa, zaten devam etmekte olan rüzgar ve hidrolik yatırımları biraz moral bozukluğuna rağmen aynen devam eder. Çünkü bu yatırımların önündeki esas engel destekleme fiyatları değil. Maalesef hala verilemeyen lisanslar, lisans sahiplerinin çoğunun bu lisanslarla hiçbir zaman santral kurmayacak / kuramayacak olması ve sadece alım satımcı olarak çalışmak üzere bu sektöre girenler sektörün önünü tıkayan sebepler arasındadır. Yoksa toplamda verilen 3000 MW’lık lisans içinde sadece 1.000’i yapılmış veya yapım aşamasında olmazdı. Ancak kanun değişmezse devlet desteğine mutlaka ihtiyaç duyan güneşten elektrik üretimi yatırımları daha bir süre pek ilgi çekemeyecek ve pek çok kaynak tarafından 2014 yılında şebeke fiyatıyla eşitleneceği söylenen yatırımların desteksiz o tarihe kadar beklemesi gerekecek gibi görünüyor.
Trafolarımızın durumu, %5’lik kısa devre gücü gibi bir kısıtlama, şebeke altyapı problemleri gibi sorunlar, kanun ne derse desin, hangi fiyat çıkarsa çıksın, bu yatırımların önündeki diğer engeller durumundadır. Ülkemizin temiz enerjiden elektrik üretiminin, kendi toplam üretimine oranının yükselmesi için bu yönde de epey adım atılması gerekmektedir. Bu konuda devlet kuruluşlarının söyledikleri şeylerin birbirini her zaman tutması, gelecek projeksiyonlarının ve tahminlerinin yıldan yıla çok yüksek oranda değişim göstermemesi gerekmektedir.
Aslında önemli bir konu da, kanunun çıkması değil, çıkan kanunla beraber sektörde olacak gelişimin hem sektörümüzü hem de toplumumuzu ne derece tatmin edeceğidir. Özellikle yeni ve devlete çok bağlı sektörlerde devamlı değişiklikten ve geleceği planlayamamaktan dolayı büyük problemler olabiliyor. Bu şekilde ne sektörlerin battığını bilenler bilir. Çünkü bilen bilmeyen çok ama çok firma bu sektörde bir yer kapmaya çalışıyor. Umarım kimse hayal kırıklığına uğramaz.
Enerji bürokrasisinin kararlılığı
Sn Bakan Taner Yıldız’ın bu sene Ağustos ayında dinlediğim bir konuşmasından anladığım kadarıyla, Bakanlık olarak bazı konularda hala tam bir karar verebilmiş değiller. Özellikle Sn. Bakan’ın güneşe verilecek fiyat başta olmak üzere fiyat ve destekleme süreleri ile ilgili hala pek çok endişesi var. Hatta güneşten elektrik üretiminin maliyetinin devamlı düştüğünü ve şimdi verilecek destekleme fiyatıyla önümüzdeki senelerde verilecek destekleme fiyatının aynı olmasının pek mantıklı olmadığını, bu sebeple 10 sene sabit fiyatlı desteklemenin doğru olup olmadığını incelemek gerektiğini kendisi de belirtti.
Ayrıca Bakanlıkta bu olayın getireceği finansman yükünün kimler tarafından nasıl karşılanacağı ve yabancı yatırımcıya yaklaşım konularında da tam bir fikir birliği yok. Kendi ağzıyla söylediği “Güneşte eğer bu yatırımı yapanı finanse edeceksek yine işimiz biraz kolay. Ama bu teknolojiyi üretip, know-how giderlerini ve Ar-Ge sinin bütün masraflarını içine koyup da amortismanlarını ifa etmemiş bir batılı yatırımcıyı finanse edeceksek, oturup orada düşünürüz. Bunun çok doğru olmadığı kanaatindeyim” cümleleri gayet manidar.
Gördüğüm kadarıyla, kendisi özellikle rüzgar lisansları sırasında yapılan bazı hataların farkında. Özellikle bekleyen 785 Milyon dolarlık teminat mektubu problemlerinin çözülmesi yönünde ilgili kuruluşlar olarak bir şeyler yapacaklarını ve lisans verip vermeme konusunda daha hızlı hareket edeceklerini söylüyor.
Her ne kadar başta rüzgarda 13.000 MW’lık uygunluk görüşüne sahip çıksalar ve güneş konusunda ciddi potansiyelimiz olduğunu söyleseler de, karar verici mekanizma hala bazı şeyleri çözememiş ve hesabını tam olarak yapamamış. Burada, aslında bazı şeylere körü körüne atlayarak sistemi baştan yanlış oturtmamak için çabalanıyor da olabilir. Hatta DEK-TMK’nın yeni “Dünyada ve Türkiye’de Güneş Enerjisi” kitabında da olduğu gibi, birtakım kişilerin ve kuruluşların taleplerinin karşılanması için alelacele adımlar atılmadığını da görebiliriz. Ama pek çok konuda olduğu gibi temiz enerji konusunda da epey geç kalmış sayılırız. Bunun organizasyonu artık hızlı bir şekilde yapılmalı ve doğru adımlar derhal atılmalıdır. Sonuçta dünyada bu sistemi kuran ilk ülke değiliz, iyi örnekleri alarak kendi ülkemiz için en doğru sistemi kurabiliriz.
Sonuç olarak;
Kanun yasalaşırsa şu olur bu olur demek için henüz erken. Çünkü temiz enerji konusu ülkemiz için yeni ve özel sektör. Kamu, akademik çevreler, sivil toplum vs. herkes el yordamıyla ilerliyor. Kanun çıkarken, lisanslar verilirken, yatırımlar yapılırken (veya yapılmazken) hala birtakım yanlışlıklar yapılıyor. Ama önemli olan daha önce yaşanılanlardan ders çıkarmak. Bu sebepten, bu kanun taslağının daha önce yapılan bütün hataları da düzelterek kanunlaşması gerekiyor. Bu konuda her zamanki gibi esas görev kanun yapıcılara ama onlara yardım görevi de bu sektördeki herkese düşüyor.
Mürşat Özkaya - Kimya Yüksek Mühendisi
www.cevreciyiz.com / Ağustos 2010