Güneş mi Nabucco mu ?
19’uncu yüzyılın sonlarında Milano Avusturya’nın işgali altındayken, Giuseppe Verdi’nin bestelediği operalar İtalyan ulusalcıları arasında revaçtaydı.
Kral Vittorio Emanuele’nin İtalya’nın birliği için verdiği mücadele günlerinin en sevilen eseri Verdi’nin Nabucco operasıydı.
Verdi’nin cenaze töreninde binlerce kişi tarafından söylenen “Va, pensiero” (Kanatlan, ey düşünce) adlı ilahi İtalyan ulusal kurtuluşunun ve birliğinin gayri resmi marşı haline gelmiş, Nabucco İtalya’nın sesi olmuştu.
2002 yılında, Avusturya (OMV), Macaristan (MOL), Bulgaristan (Bulgargaz), Romanya (Transgaz) ve Türkiye (BOTAŞ) enerji şirketlerinin temsilcileri Avrupa’ya natif bir doğalgaz boru hattı projesi için mutabakat imzaladıktan sonra Nabucco’yu seyretmeye gittiler.
Organizasyonu ev sahibi olan Avusturya şirketi UMV yapmıştı. Opera o kadar beğenilmişti ki, yemekte yeni projenin adı da belli oldu : Nabucco.
Daha sonraki yıllarda İtalyanların Rusya ile Güney Hattı projesi için yaptıkları işbirliğinde Nabucco’nun psikolojik etkisi var mı yok mu, bu Avusturya’nın bilinçaltı misillemesi olarak mı görüldü bilemiyorum.
Ama Rusya’nın Avrupa doğalgaz pazarındaki tekelini kırmayı doğrudan hedef alan Nabucco projesinin, enerji rekabetini kızıştırdığı kesin.
Bakü – Tiflis – Ceyhan boru hattı gibi Nabucco projesi de sadece ekonomik değil ama siyasi sonuçları açısından da çok önemli. Bu projeyi başından beri destekliyorum.
Enerji yollarının çeşitlenmesi eski Sovyet ülkelerinin bağımsızlıklarının güçlenmesi açısından olduğu kadar, bu ülkelerin dünyaya açılmaları açısından önemli.
Enerji konularındaki işbirliğinin çeşitlenmesi, farklı oyuncuların birbirleriyle değişik projelerde işbirliği yapmaları ise siyaset ve ekonomide serbest rekabeti güçlendirdiği için, bu bölgede demokrasinin gelişmesi açısından da önemli.
Kimi gerçekleşen, kimi gerçekleşmekte ya da tasarı halinde olan yedi proje var bölgemizde. Mavi Akım, Kuzey Akım, Güney Akım, Trans Adriyatik, Türkiye-Yunanistan, Yunanistan-İtalya ve Nabucco.
Pazartesi günü imzalanan Nabucco anlaşması, Türkiye’nin enerji yollarının kavşak ülkesi olma konumunu da güçlendiriyor. Türkiye’nin enerji kültürünü ve deneyimini arttırıyor. Bakü-Ceyhan projesinin ilk adımları atıldığı günlere göre Türkiye’nin çok daha farklı donanımda kadroları ve vizyonu var artık. Türk araştırmacılar tarafından yazılan kitap sayısındaki artış da bunu gösteriyor.
Tabii ki pazartesi günü imzalanan bu anlaşma her şey demek değil. Yolun yarısına bile gelinmedi. Yol kazaları her zaman olabilir, çatışmalar çıkabilir, sorunlar yaşanabilir ama olumlu gelişmeler de olabilir. Rusya ya da İran gibi yeni ortaklar da katılabilir projeye.
Henüz hattı dolduracak doğalgaz garantisi yok. Ama bu çok önemli değil. Bölgede zengin doğalgaz rezervleri olduğu biliniyor.
Türkmenistan Devlet Başkanı Kurbangülü Berdimuhammedov, geçen hafta cuma günü Nabucco’ya doğalgaz vermeye hazır olduklarını söyledi. Yirmi yıldır konuşulan Trans-Hazar projesi neden canladırılmasın ?
Bütün bunları dedikten ve Nabucco’yu desteklediğimi söyledikten sonra yine de favorim temiz enerji.
Nabucco’nun gerçekleşmesi için harcanacak 7.9 milyar Euro temiz enerji yatırımı olarak kullanılsa, 4 bin rüzgâr türbini yerleştirilebileceğini ileri sürülüyor uzmanlar. Bu yatırım ile yılda sekiz bin megawatt rüzgâr gücü elde edilebiliyor. Bu miktar, orta büyüklükte bir Avrupa ülkesinin yıllık ev içi tüketim ihtiyacını karşılıyor.
Üstelik, bir yılda Nabucco’dan geçecek olan 31 milyar metreküp doğalgazdan sonra Avrupa’daki karbondioksit salımı gaz oranı yılda 60 milyon tona ulaşacak.
Rüzgâr ve güneş enerjisinde ise hiç böyle bir sakınca yok. Nabucco’yu destekliyorum ama tercihim güneş ve rüzgâr. Temiz enerji.
hurriyet.com.tr / 17.07.2009
-.-
İklim değişikliği …
Eğer boş atışma ve didişmelerin etrafında dönüp duran “meleklerin cinsiyeti” türünden tartışmalara ilgi duymuyorsanız, dünyanın zirvesinde uğraşılan konulara göz atın.
Gelişmiş ülkelerle başlayıp, dün de gelişmekte olan ülkelerin liderlerinin de katıldığı G-8 toplantılarında insanlığın kaderini belirleyecek konular ele alındı.
Çarşamba günü İtalya nın depremzede kenti Aquila da başlayan zirve, küreselleşme kavramının bugünün gerçeklerini anlamaya yetmeyeceğini gösteriyor.
Artık küreselleşmiş dünyada yaşam biçimi ile ilgili sorulara yanıt aramak durumundayız.
Tüketimin yaygınlaşmasına dayalı ekonomi çarkını döndürme ile yaşadığımız gezegenin korunması arasındaki dengeyi tutturma sorunu ile karşı karşıya insanlık.
Bu zirvede ilk kez ABD de dahil gelişmiş ülkeler, karbon gazı emisyonunun bilimsel sınırları olduğunu ve bunu aşmamaları gerektiğini kabul ettiler.
* * *
Alınan kararlar yetersiz olsa da önemli bir adım atıldı.
Kararlar yetersiz çünkü, bilim adamları gelişmiş ülkelerin 2020 yılına kadar bugünkü karbon emisyon oranını yüzde 25-50 düşürmeleri gerektiğini söylüyorlar.
Zenginler ise 2050 den önce böyle bir şeye hazır değil. Gelişmiş ülkelerin bir kısmı 2050 ye kadar karbon dioksit emisyonunu yüzde 50 düşürmeyi öngörüyor. Ama Hindistan ve Çin, bu öneriye sıcak bakmıyorlar.
Oysa bilim adamlarına göre 40 yıl uzun bir süre, mutlaka ara etaplara da gerek var.
Konu aralık ayında BM nin Kopenhag toplantısında daha da netleşecek.
Türkiye, iklim değişikliğinin sonuçlarından en çok etkilenecek bölgeler arasında.
Türkiye nin karbon emisyonu gelişmiş ülkelerin yanında çok az. Üstelik de kısıtlama kararlarını hayata geçirmek çok pahalı. Buna rağmen, en fazla zarar görecek ülke olarak sınırlama kararları bizi de yakından ilgilendiriyor.
İnsanlığın devamı için gereken iklim koşullarını korumak sadece ekonomik bir önlem paketi değil.
Büyük bir değişim projesi bu. Yaşam biçimimizi, tüketim alışkanlıklarımızı, inançlarımızı, günah ve sevap kavramlarını çevre açısından yeniden yorumlamayı gerektiren bir değişim sürecini hazırlamadan iklim değişikliğinin hızını yavaşlatmak mümkün olmayacak gibi görünüyor.
* * *
Zirve nin gündeminde olan konulara bakınca, bize çok uzak sandığımız her sorunun ne kadar iç içe olduğunu görüyoruz.
Açlık sorunu en derin Afrika da yaşanıyor, ama küresel etkileri var. Zirvede gıda krizinin çözümü için uzun vadeli projeler konusu tartışılıyor. Yani bugüne kadar yapıldığı gibi birkaç sandık un, birkaç kamyon şeker göndermekle sorunun çözülemeyeceği artık iyice fark edildi.
Ekonomik kriz de ortak sorun. Berlusconi nin olumlu yorumuna rağmen krizin dünya açısından hâlâ risk taşıdığı vurgulandı.
Küreselleşmiş dünya böyle bir şey, sanayileşmiş ülkelerin iki yüz yıl önce attıkları adımların bedeli bugün iklim değişikliğinin yol açtığı felaketlerle hepimiz tarafından paylaşılıyor. G20 nin giderek daha önem kazanması da bunu gösteriyor. G-8 in karar alması yetmiyor, ortak adım atılabilmesi için aralarında Türkiye nin de bulunduğu gelişmekte olan ülkelerin de kararları benimsemesi gerekiyor.
Gezegenimizde tek başına kurtuluş mümkün değil, insanlık bunu her gün daha iyi anlıyor.
Şimdi kavga, felakete neden olan gelişmiş ülkeler ile sonuçlarını yaşayan gelişmekte olan ülkelerin sorumluluğu nasıl paylaşacakları noktasında.
hurriyet.com.tr / 10.07.2009