Enerji tüketimindeki artış, özel sektörün yatırımlarına hız verdi
Türkiye’de küresel ekonomik krizin etkilerinin azalması ile birlikte sanayi üretimi kapasite kullanım oranının artması, elektrik talebi üzerinde olumlu etki yarattı. 2010 yılında yüzde 8.4 oranında artan elektrik tüketimi, Ağustos 2010’da 700 milyon kWh ve 34 bin MW kapasite kullanımı ile Türkiye Cumhuriyeti tarihinde rekor kırdı...
Bunun yanında yeni yatırımlarla sektördeki toplam kurulu güçte de artış yaşandı. 2011 yılının dokuz ayında Türkiye’nin toplam kurulu gücü 51 bin 547 MW’a ulaşırken, temmuz ayında 736 milyon kWh, 36.122 MW kapasite kullanımı ile yeni tüketim rekorları kırıldı. Türkiye’nin ekonomik büyümesi ile doğru orantılı olarak tüketimde oluşacak baskı, özel sektör yatırımlarını enerji sektörünün merkezine oturttu. Türkiye, ekonomik gelişme, sanayileşme ve kentleşme dinamiklerine paralel olarak yüksek talep artışı ile dünyanın en hızlı büyüyen enerji piyasalarının başında geliyor. Türkiye’nin 2020 yılına kadar dünya ve Avrupa ortalamalarının üzerinde büyümesini sürdürmesi beklenirken, bu büyümenin en önemli itici gücünü özel sektör oluşturuyor.
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın verilerine göre, enerji sektöründe dışa bağımlılığın azaltılması amacıyla özellikle son dokuz yılda 25 milyar doları aşan yatırım yapıldı. Enerjiye yapılan yatırımlarla bugün elektrik santrallerinin toplam kurulu gücü yaklaşık 51 bin megavata, hidroelektrik santrallerin kurulu gücü de 12 bin 200 megavattan 16 bin 883 megavata çıkarıldı. Bu yatırımlar içinde özel sektörün, enerjideki payının yüzde 34’ten yüzde 52’ye çıkarıldığı bilgisini veren Bakanlık, Türkiye’de kurulu gücü rüzgar enerjisinde 20 bin megavata, güneş enerjisinde 3 bin megavata, jeotermal enerjide ise 600 megavata çıkarmayı planlıyor. Bakanlık, bu hedeflere ulaşılmasıyla birlikte yenilenebilir enerji kaynaklarının, toplam elektrik enerjisi üretimi içindeki payının yüzde 30’a çıkmasını hedefliyor. Bakanlık ayrıca, 2023 yılına kadar yaklaşık 20 bin megavat toplam kurulu güce sahip hidroelektrik santralin özel sektör tarafından yapılmasını amaçlıyor.
2010 yılı Türkiye elektrik enerjisi sektörü açısından gerek kapasite ve talep artışı, gerekse piyasa oyuncularının uzun zamandır beklediği yasal düzenlemeler açısından kilit bir yıl oldu. 2010 yılında 4 bin 763 MW’lık kapasitenin eklenmesi ile Türkiye’nin toplam kurulu gücü 49 bin 524 MW’a ulaştı. Bu kaynaklardan doğalgazın toplam elektrik üretimindeki payı yüzde 48.6, hidroliğin payı yüzde 18.5, yerli kömürün payı yüzde 21.7 ve rüzgarın payı ise yüzde 0.8 oranında bulunuyor. Türkiye’de küresel ekonomik krizin etkilerinin azalması ile birlikte sanayi üretimi kapasite kullanım oranının artması, elektrik talebi üzerinde olumlu etki yarattı. 2010 yılında yüzde 8.4 oranında artan elektrik tüketimi Ağustos 2010’da 700 milyon kWh ve 34 bin MW kapasite kullanımı ile Türkiye Cumhuriyeti tarihinde rekor kırdı. 2010 yılında yaşanan bir diğer kayda değer gelişme de, farklı yenilenebilir enerji kaynakları için farklı teşvik seviyeleri belirleyen ve yerli üretim katkısı getiren YEK Kanunu’nun yıl bitmeden kabul edilmesi oldu. Uygulama Yönetmeliği’nin de 2011 yılında yürürlüğe girmesi ile 2012 yılından itibaren yenilenebilir enerji yatırımcıları açısından yeni bir satış kanalı daha devreye girmiş olacak. 2011 yılının dokuz ayında Türkiye’nin toplam kurulu gücü 51 bin 547 MW’a ulaşırken, temmuz ayında 736 milyon kWh, 36.122 MW kapasite kullanımı ile yeni tüketim rekorları kırıldı. Türkiye’nin ekonomik büyümesi ile doğru orantılı olarak tüketimde oluşacak baskı, özel sektör yatırımlarını enerji sektörünün merkezine oturttu.
ELEKTRİK TALEBİNDE 10 YILDA YAKLAŞIK İKİ KAT BÜYÜME POTANSİYELİ BULUNUYOR
Enerji talebi ve arzı, sektörün son yıllarda en çok tartıştığı ve global ölçekte çözümler aradığı konuların başında geliyor. Global ölçekte ülkeler, arz güvenliğini ancak enerji üretimine hız vererek ve kaynak çeşitliliğine giderek artırabilecekleri konusunda tartışmasız hem fikirler. İstikrarlı makro-ekonomik gelişme, bir yandan Türkiye’de elektrik enerjisi talebini tetikliyor, diğer yandan da yeni kapasite ihtiyacını gündeme getiriyor. Türkiye`nin enerjide dışa bağımlılık oranı bugün yüzde 70`ler seviyesinde. 2011 yılının ilk yedi aylık döneminde, Türkiye’nin petrol ve doğalgaz faturası geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 42.4 artışla 29.58 milyar dolara ulaştı. İlk yedi aylık seyrin yılın kalan döneminde de sürmesi durumunda net enerji ithalatının yaklaşık 48 milyar dolarla yeni bir rekor kırabileceği belirtiliyor. Sektör aktörlerine göre, bu oranı minimuma indirgemek için Türkiye’nin 2020 yılına kadar yatırım ihtiyacı 130 milyar dolar düzeyinde bulunuyor. EPDK analizlerine göre ise, Türkiye 2010-2030 döneminde yapılacak enerji yatırımlarının toplamı 225-280 milyar dolar. Bu noktada özel sektör yatırımlarının hız kazanmasının Türkiye enerji sektörünün geleceğini önemli ölçüde etkileyeceği yadsınamaz bir gerçek olarak karşımıza çıkıyor. Son dönemde siyasi otoritenin sergilediği kararlı tutum ve hayata geçirilen uygulamalar da sektörün liberalleşmesinde ve buna bağlı olarak yatırımların hız kazanmasında rol oynayan faktörlerin başında geliyor.
OECD tarafından yapılan çalışmalara göre, Türkiye önümüzdeki 10 yılda enerji talebinde en yüksek büyümeyi gerçekleştirecek OECD ülkesi durumunda olacak. Elektrik enerjisi talebine bakıldığında Türkiye’nin, kişi başına elektrik tüketimi değerleri bakımından OECD ortalamasının üçte biri düzeyinde olduğu görülüyor. Son 10 yılda yaklaşık iki kat artış gösteren elektrik talebinde önümüzdeki 10 yılda da yaklaşık iki kat büyüme potansiyeli bulunuyor. Büyüyen elektrik talebini sürekli ve güvenilir koşullarda karşılayabilmek için öncelikle üretim tarafında çeşitlendirilmiş bir portföyün geliştirilmesi, bunun için de yatırım ortamını geliştirmeye ve piyasanın rekabetçiliğini artırmaya yönelik adımların kararlılıkla sürdürülmesi gerekiyor.
YENİLENEBİLİR ENERJİ YATIRIMCININ İLGİ ODAĞI OLDU
Coğrafi konumu nedeniyle sahip olduğu güneş enerjisi potansiyeli açısından birçok ülkeye göre şanslı durumda bulunan Türkiye, ürettiği enerjinin sadece yüzde 0,1’ini güneşten elde ediyor. 2012 yılında ise 600 MW büyüklüğünde lisansa dayalı üretim sahalarının açılması ile birlikte 2013-2014 yılından itibaren sektörde büyük bir hareketlenme görülecek. Önümüzdeki yıl içinde Malatya ve Şanlıurfa Birecik’te toplam 45 MW değerinde güneş santrallerinin kurulması planlanıyor. 31 Aralık 2012 tarihine kadar 600 MW değerinde kurulum lisansı başvurusu kabul edilecek. 2012 Türkiye tarihinde güneş enerjisine dayalı elektrik üretiminde ilk lisans dağıtımlarının yaşanacağı yıl olması sebebiyle sektör için bir başlangıç olarak kabul edilecek. Lisanslama işlemlerinin ardından en yakın kurulumların 2013 yılından itibaren devreye alınması planlanıyor.
Türkiye, jeotermal ısı potansiyeli açısından dünyada yedinci, Avrupa’da ise birinci sıra yer alıyor. Jeotermal, Türkiye’de potansiyeli yüksek olan ancak yeterince kullanılmayan bir zenginlik. Türkiye’de halk arasında ‘termal’ ve ‘kaplıca’ olarak bilinen jeotermal kaynaklı suların kullanımı, şifa ve sağlık amaçlı kullanımın ötesine geçemedi. Ancak Türkiye, son yıllarda jeotermal potansiyelini kullanmak için yeni girişimlere sahne oluyor. Jeotermalin seralarda kullanımının beş yıl gibi kısa bir geçmişi var. Elektrik enerjisi üretiminde de durum farklı değil. Uluslararası standartlara sahip termal oteller yeni yeni yapılıyor. Belediyeler jeotermalle zenginleşebileceklerini yeni keşfediyor. Kısacası yeraltındaki jeotermal artık bundan sonra paraya ve zenginliğe dönüşecek gibi görünüyor.
Yatırımcının ilgisini çekmeye başlayan bir diğer yenilenebilir enerji kaynağı ise, rüzgar. Türkiye, giderek rüzgar enerjisi sektöründe de ağırlığı daha fazla hissedilen bir ülke olmaya başladı. Bu nedenle dünya ve özellikle Avrupa stratejisi içinde Türkiye’nin yeri giderek artıyor. Türkiye’de Ekim 2011 itibarıyla kurulu gücü bin 600 MW’ı aşan rüzgar enerjisi santrali bulunuyor. 2011 yılında 1 Kasım 2007 rüzgâr enerji santrali başvurularının ihale sürecinin tamamlanmasıyla birlikte, önümüzdeki birkaç yıl içinde yaklaşık 11 bin MW rüzgâr kapasitesinin yatırımı ve devreye alınması için çalışmalar yürütülecek. Bu nedenle, önümüzdeki dönemde proje finansmanının özellikle küçük ve orta ölçekli şirketler üzerindeki etkisi daha fazla olacak.
www.haberortak.com
Ocak 2012