Türkiye’nin bağımsız enerji politikası yoktur ve olamaz. Olsa olsa bölgesel veya kıtasal politik davranışlara ortak olabilir. Uluslararası enerji dengeleri küresel krizden sonra yeniden kurulurken Türkiye kritik bir noktada bulunuyor. Enerji en kırılgan sektör haline geldi.
Sağlanmış bir yanıltıcı denge varmış gibi görünüyor ama geçmişte bunun bir fiskede nasıl yıkıldığını veya hangi politik ödünlerle sürdürüldüğünü gördük. Bereket dünyada kriz oldu, bizi de vurdu, üretim ve enerji tüketimi düştü de kriz doğmadı. Böyle gitmez.
Önce öteden beri bağımlı olduğumuz denge anlayışını değiştirmek gerekir. Bu da yeni bir enerji politikası demektir. Fakat herhangi bir enerji politikası değil, gerçekçi politika.
Türkiye’nin enerji politikası “Arz Güvenliği”ne dayandığı için korku politikasıdır. Korkuları ancak devlet yenebileceği için de, devlet politikasıdır. Bu nedenle Türkiye’de bugüne kadar “enerji piyasası” hiç olmamış, sektör dinamikleri tümüyle atıl kalmıştır.
Bundan çıkmak, özel sektör politikasına geçmek gerekir. Arz güvenliği politikası doksan yıldır Türkiye’yi, başka seçenekleri olduğu halde, 4 tüketimin 3’ü ithalat kumpasına hapsetmiştir. Ülke ticaret kazancının hacmi ne olursa olsun, yüzde 40’ı enerji ithaline harcanmıştır. Bunu, “güvenlik” stratejisini “güven” stratejisiyle ikame ederek değiştirebiliriz.
Bu noktaya da korkunun gölgesi düşüyor. Enerji piyasamızı, 8 yıl önce başladığımız halde, yeteri hızla açamıyoruz. Piyasa açmayı, hiç ilgisi olmadığı halde, dağıtımda “özelleştirme” sanıyoruz. Üretimde özelleştirme yapamıyoruz. Örneğin rüzgar enerjisi üretmek için 3.5 yıl önce teminat yatırıp başvuran girişimciye, lisanslarını vermiyoruz.
Arz güvenliği ile geçen uzun yıllar içinde enerjide ne tasarruf, ne de verimlilik bilinci oluşabildi. Bunlar ancak 3 yıl önce ve o da sadece sözde, ülkenin gündemine girebildi. Yeni enerji politikamızın ayaklarından biri de ister istemez bunlar olacaktır. Ama hala daha, “tasarruf” ile “verimlilik” farkını kavrayabilmiş olmaktan uzağız. Tasarruf, tüketimle ilgili olup bir tür “enerji pintiliği!”dir. Oysa verimlilik üretimle ilgilidir. Üretime daha az enerji harcamak değil, tersine, daha çok harcamak ama harcadığı aynı enerji ile çok daha fazla ürün üretebilmektir. Bu da, ısrarla uzağında durduğumuz Ar-Ge’ye, inovasyona götürür.
Enerji politikamız, potansiyellerimiz tarafından belirlenir.
Bağımsızlık budur. Buradan hareketle üretimde termik enerji payını yeniden yükseltmeye odaklandık. HES’lere abandık. Buralardan hareketle gidebileceğimiz yer sınırlıdır. Sınırı, Jeotermal, Rüzgar, Güneş ve Bio kaynaklarla genişletmeliyiz. Ama biz hala, bu kaynaklarla ilgili ve AB ile uyumlu mevzuatı dahi oluşturabilmiş değiliz.
Tablo bu olsa dahi biz, enerji konusuna ilgi duyan okurlarımız için kaydedelim ki, Türkiye 2011’den itibaren temiz enerji kapılarını açmak zorunda kalacak ve kamu-özel, bu alana her yıl ortama 5-6 milyar dolar yatırım için gerekli kaynağı da bulacaktır. Böylece Türkiye’de yeni ve ulusal, Temiz Enerjiler Sektörü, oluşacaktır. Enerjik bir Türkiye için enerji şartı bu açılımı zorunlu kılmaktadır.
Güvenç Şenol
Yeni Çevre / Limitsiz Enerji
17.01.2011